AB Üyeliği ve Getirileri...

AB Üyeliği Türkiye’de Neleri Değiştirecek?

Türkiye küresel finansal sistem içerisinde önemli bir oyuncu olma çabasında olup bunun gereği olarak da küresel ölçekte şekillenen uluslararası standartlara uyumlu olmaya ve mevzuatını bu yönde güncellemeye önem vermektedir. Finansal ve ekonomik alanda, 1990’lı yılların AB standartlarının ve Batı normlarının yerini artık küresel düzeyde standart koyucu kurumların çıkarmış olduğu ve tüm dünya tarafından kabul gören standartlar almaktadır. Sigortacılık .ilanında IAIS (Uluslararası Sigorta Denetçiler Birliği), bankacılık alanında BSBC (Basel Bankacılık Denetim Komitesi) gibi kurumların koymuş olduğu standartlar AB dahil dünyadaki neredeyse tüm ülkeler tarafından genel kabul gören hususlar olmaktadır. Söz konusu standartlara uyum G20 ve Finansal İstikrar Kurulu (Financial Stability Board) çerçevesinde şekillenen ve FSAP (Financial Sector Assesment Program) aracılığıyla Dünya Bankası ve IMF tarafından yapılan ülke finansal sistem değerlendirmeleri bu süreçte önem kazanmıştır. Kasım 2010 tarihinde G20 liderleri FSB, IMF ve BİS’in makro ihtiyatlı politika çerçevesi için daha yakın işbirliği içinde çalışmalarını istemişlerdir. Bir ülkenin global Finansal sisteme adaptasyonu ve global ölçekte standartlara uyumunu takip eden bu yapı aynı zamanda yabancı sermayenin kendini güven içinde hissetmesi, bir ülkeye giriş» için önemli gösterge olmaktadır. Ülkemizde 2012 yılında Bakanlar Kurulu tarafından kabul edilen Orta Vadeli Programda da (2013-2015) vurgulandığı üzere; “finans sektörünün düzenleme ve denetimi; uluslararası standartlara ve G-20 platformu öncülüğünde yürütülen çalışmalara uyum gözetilerek” yürütülmektedir. Dokuzuncu Kalkınma Planı çalışmaları kapsamında sektörler bazında oluşturulan özel ihtisas komisyonlarından (ÖİK) biri olan Finansal Hizmetler Özel İhtisas Komisyonu tarafından hazırlanan raporda, finansal hizmetlerle ilgili olarak; 2013 vizyonunu, vizyona dönük temel amaç ve politikaları ile uygulama stratejilerini ortaya koymuştur. Rapor sigorta sektörünün AB sürecinde değerlendirmesi yapmakta ve gelecek için stratejiler ortaya koymaktadır. Söz konusu stratejiler 2013 yılına kadar AB müktesebatına tam uyumu hedefleyen yapıda hazırlanmıştır. Katılım Öncesi Ekonomik Program (2012-2014) ve Orta Vadeli Programda (2013-2015) ise temel amaç; öngörülen politikalar güçlü mali çerçeve, finansal istikrar ortamı ve sağlam bankacılık sisteminin sürdürülerek, özel sektör kaynaklı dengeli bir büyüme ortamı oluşturulmasına devam etmeyi hedeflemektedir. Yurtiçi tasarrufları artırmak ve bunların sonucunda makroekonomik istikrarı güçlendirmeyi hedefleyen Türkiye, bunun yanında uluslar arası standartlara uyum içinde bir finansal denetim ve düzenleme mimarisi hedeflemektedir. Bu yapının AB denetim ve düzenleme yapısı ile uyum içinde olacağı ortadadır. Konuya bu yönüyle bakıldığında, tam üyelik hedefinin somut bir tarih olarak ortaya çıkması durumunda uyumun tam olarak gerçekleşmesi için gerekli cüzi düzenlemelerin de kısa sürede yapılacağı sonucuna varılmaktadır.

AB’ye katılan Doğu Avrupa ülkelerinin üyelik sürecinde sigortacılık piyasalarında yaşanan hızlı yabancı sermaye girişi, 2006 yılında tam üyelik görüşmelerinin başlamasına paralel olarak ülkemizde de yaşanmıştır. Ülkemizde faaliyet gösteren yabancı sermayeli şirketler 2001 yılında 15 adet iken 2010 yılı sonunda 44’e yükselmiştir. Sigorta Denetleme Kurulu (SDK) 2011 yılı Sigortacılık ve BES Faaliyet Raporunda yer alan yabancı sermaye payı ve şirketler tablosu incelendiğinde, sermayesinin % 50’den fazlası yabancı sermaye ait olan şirket sayısı 2005 yılında 9 iken 2008 yılında bu sayı 34’e yükselmiştir. 2010 ve 2011 yılında ise bu sayı 37 olarak kalmıştır. Görüleceği üzere tam üyelikle birlikte hızlanan yabancı sermaye girişi, 2008 yılındaki global krizinde etkisiyle yavaşlamıştır. SDK Raporuna göre 2011 yılında prim üretimin % 55’i yabancı sermayeli şirketler tarafından yapılmakta olup, yabancı sermayeli şirketler toplam sermayede ise %67 düzeyinde paya sahiptirler. Görüleceği üzere daha yüksek sermayeye sahip olarak daha düşük üretim yapan yabancı sermaye, mevcut sermayesine uygun risk alması durumunda sektördeki prim payı olarak % 70 düzeyine sahip olabilecek potansiyele sahiptir. AB tam üyeliğinin yerel sermaye sahibi şirketlerin yabancı sermaye ile rekabet etmelerini özellikle sermaye ve hizmet kalitesi yönleriyle etkileyeceği düşünülmektedir. 2011 yıl sonu itibariyle 6.1 milyar TL olan sigortacılık sektöründeki toplam sermayenin 4.8 milyar TL’si yabancı sermayedir.

Türkiye’nin yabancı yatırımcılar tarafından potansiyeli yüksek bir ülke olarak konumlandırılması ve yaşanan hızlı yabancı sermaye girişine karşın Türk sigorta piyasası, gelişmiş Avrupa sigorta piyasalarının aksine henüz doyum noktasına ulaşmamış; halen gelişimini sürdürmekte olan bir piyasa görünümü arz etmektedir. Türkiye’nin prim üretim rakamları, İngiltere, Almanya, Fransa gibi gelişmiş sigorta piyasalarına sahip Avrupa Birliği ülkelerinin oldukça gerisinde kalmaktadır. Avrupa Sigorta ve Reasürans Federasyonu tarafından yayınlanan 2011 yılı rakamlarına göre İngiltere’nin toplam prim üretimi 206 Milyar Euro, Fransa’nın 190 Milyar Euro, Almanya’nın 178 Milyar Euro olarak kaydedilmiştir. Türkiye, Avrupa Birliği’ne 1 Mayıs 2004 tarihinde tam üye olan eski Doğu Bloku ülkelerinden Çek Cumhuriyeti ve Macaristan’dan daha yüksek prim üretimine sahip olmakla birlikte Polonya’nın gerisinde yer almaktadır. 2011 sonu itibarı ile Çek Cumhuriyeti ve Macaristan’ın toplam prim üretimi yaklaşık 3 Milyar Euro düzeylerindeyken, Polonya’nın 14 Milyar Euro’dur.

Sigorta sektörü gerek istihdam gerekse prim düzeyi olarak AB piyasa ortalamasının gerisindedir. Gelir ve tasarruf seviyesinin artışına paralel olarak sigorta sektörünün büyümesi beklenmektedir. Dokuzuncu Kalkınma Planı Özel İhtisas Komisyon Raporunda sigortacılığımızın güçlü yönleri, yüksek büyüme potansiyeli olduğunu vurgularken, gelir seviyesinin düşüklüğü, gelir dağılımının bozuk olması sigorta ürünlerinin gelişmesinde birer tehdit olarak vurgulanmıştır. Ekonomik istikrara bağlı olarak harcanabilir gelirin artma potansiyeli ve sigortalanabilir varlıkların artmasının ise sigortacılığın gelişmesine katkıda bulunacak unsurlar olduğu belirtilmiştir. AB’ye katılım ile birlikte artacak rekabet yapısı ve kalifiye hizmet dönemine hazırlık olarak sigorta şirketlerinin müşteri memnuniyetini azami düzeye çıkaracak şekilde sigortacılık ihtilaflarına yaklaşması ve bu yaklaşımı cesaretlendirecek uyuşmazlıkları hızlı çözecek hukuki bir çerçevenin oluşturulması AB üyeliğine şirketlerin hızlı adaptasyonu için faydalı olacaktır. Avrupa ve Dünya’nın önemli sigortacılık şirketleri bu dönüşüme ayak uydurmak için ülkemize gelmişler ve sigorta şirketlerinde bu sermaye değişimi sonucunda da düzenleme hukukumuz AB standartlarına uyumlu hale getirilmiştir. Solvency 2 hazırlık çalışmalı AB’de olduğu gibi ülkemizde de eş anlı yürütülmektedir. Gerek piyasa şartları gerekse düzenleme alanında AB müktesebatına uyum ve global ölçekte standartlara uyum ülkemiz piyasa şartlarının zorlamasıyla da şekillenmekte, yabancı sermayeli finansal kuruluşlar arttıkça bu uyum zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.

Türkiye’ye yapılan doğrudan yatırımların toplam stok değeri, Ekim 2012 itibarıyla 171 milyar dolar seviyesine ulaşmıştır. Doğrudan yabancı yatırımlar kaynak ülke grupları açısından ele alındığında. AB ülkelerinin toplam doğrudan yatırımlar içindeki payının % 80 olduğu görülmektedir. Söz konusu oranın yüksekliği AB sürecinin yabancı yatırımlar anlamında ne kadar önemli olduğunun başka bir göstergesidir.

Genç nüfus yapısı ve ertelenmiş tüketim ve düşük hane halkı borçluluk oranı gibi çeşitli cazibe alanları nedeniyle doymuş pazarlardan çok gelişmekte olan ülke pazarlarına açılan uluslararası sermaye, özellikle AB gibi kural ve standartları oturmuş, öngörülebilir bir piyasa yapısı sunan ve bu kurallara tabi olan ülkelerde bulunmak istemektedir. Sermaye birikiminin yeterli olmadığı ve tasarruf açığının olduğu ülkemizde, genç nüfusun istihdamı için sürdürülebilir bir büyüme vizyonu gereklidir. AB süreci bu büyüme stratejisinde yabancı sermayenin devamlılığı sağlayacak en önemli çıpa vazifesi görmektedir. Demokratikleşmeden, insan haklarına, tüketici haklarından ekonomik gelişmeye kadar her alanda AB üyeliğinin olumlu etkisini ülkemiz 2005 sonrasında hissetmiş ve hissetmektedir.

Finansal sistemde muhasebe ve denetim standartları AB ve OECD normlarına ulaşmış bir yapının oluşması, müşteri haklarına ve bilincine yönelik şeffaf, adil ve teşvik edici uygulamaların kurumsal yönetim ilkeleri kapsamında güçlendirilmesi, piyasadaki şeffaflığın artması, risk yönetimin tüm finansal kuruluşlara yerleştirilmesi, rekabeti bozucu davranışların bertaraf edildiği finansal sistemde halkımız optimum faydayı sağlayacak ve ülke refahının artması sağlanacaktır.

Dokuzuncu Kalkınma Planı Özel İhtisas Komisyon raporunda da değinildiği üzere finansal hizmetlerin gelişiminde; istikrarlı bir ortamda sürdürülebilir büyüme, rekabet ortamı, insani, sosyal ve yönetim yapısının iyileştirilmesine paralel olarak Türk finans sektörünün önümüzdeki dönemde Avrupa finans sistemlerinden daha hızlı bir şekilde büyümeli ve finansal aktiflerin milli gelire oranı yükselmelidir. Bu sonucu alabilmek için yurt içi tasarrufların önemli ölçüde artması ve/veya yurt dışından kaynak ithal edilmesi gerekmektedir. Yurt dışı kaynak ithali ise ancak yurt dışı finansal piyasalarla daha güçlü bir entegrasyon, istikrarlı bir ekonomik yönetim, uluslararası muhasebe mevzuat ve denetim standartlarına tam uyum, tam rekabeti bozucu düzenlemelerin tamamen kaldırılması gibi gerek koşullara sahiptir. Dolayısıyla finansal sistemin büyümesini sağlamaya dönük eylem ve politikalar; makroekonomik istikrarın tamamen sağlanması ve korunması uluslararası standartlara uyum, tam rekabetin sağlanmasını gerektirecek şekilde düzenleme, uyum çabalarının sürmesi hükümetlerden beklenen yol haritasıdır. Buna karşılık finansal kuruluşların sağlıklı bir büyüme trendi için gerçekleştirmesi ve AB tek pazar rekabet yapısına hazırlanabilmesi için; sağlıklı mali bünye, karlılığa dayanan büyüme yapısının şirketler cephesinde sağlanması gerekmektedir. Bu yapının oluşması için kurumsal yönetişim ilkelerini de özümsemiş etkin ve çağdaş risk yönetim anlayışının şirket yönetimlerine hakim olması gerekmektedir. Finansal sistemin büyümesi konusunda üzerine görev düşen üçüncü bir grup ise gözetim ve denetim otoriteleridir.

Finansal sektörün etkin gözetimi ve denetimi güçlü bir ekonomik yapının en önemli unsurlarından birisidir. Gözetim ve denetim işlevinin temel amacı finansal sistemde istikrarı ve güveni temin etmek ve ödünç alan ve ödünç verenlerin maruz kalacakları riskleri mümkün olan en düşük düzeye indirmektir. Bunu sağlamak için de risk odaklı denetim vizyonunun benimsenmesi gereklidir. Olumlu bir büyüme ortamının korunması durumunda, uzun vadede Türk finans sektörünün vizyonunu gerçekleştirebileceği düşünülmektedir. Bu vizyonun gerçekleşmesi durumunda ise Türk finans sisteminin AB üyeliği içinde söz sahibi, hatta kural koyan ve ilk 5 içinde yer alacak etkinlikte bir piyasa olacağı açıktır. Özetle, ülkemiz AB hedefi çerçevesinde finansal sistemini tam üyelik yapısına hazır hale getirmek için gerekli hukuki ve piyasa şartlarını hazırlamak için kararlılığını, gerek kalkınma planları gerekse orta vadeli plan ile ortaya koymuş ve uygulanan bir süreç halinde devam ettirmektedir.

AB’nin önümüzdeki 2-3 yıllık dönemde mevcut durgunluk ortamından çıkması ve finansal kuruluşların yayılmacı şekilde büyümesi beklenmemekte, aksine borç azaltma ve devlet tahvillerinin ödenmemesi, rating düşüşleri gibi nedenlerden dolayı fazladan sermaye ihtiyaçlarının olması beklenen gelişmelerdir. Kriz döneminde devlet desteğiyle iflaslarına izin verilmeyen kurumların kısa sürede aday ülkelerde büyümesi güç gözükmektedir. Bu ortam yerli sermayeli şirketlere rekabet ve konsolidasyon için süre kazandırmaktadır. Önümüzdeki süreçte mali sistemin derinliğinin artmasına paralel olarak yabancı sermayenin de artması göz önüne alınarak yerel sermayenin rekabet edebilir yapısını oluşturmak önemlidir. Bu süreçte konsolidasyonlar ve sermayenin tabana yayılması suretiyle sigorta şirketlerinin sermaye yapılarının güçlendirilmesi, ölçek ekonomisi yaratacak düzeyde büyüklüklere ulaşmaları faaliyetlerinin devamı açısından önemli olacaktır.

Saygılarımı sunarım..